LİMONFORUM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
Giriş yap

Şifremi unuttum

En son konular
» olagan ustu bir resim
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimeSalı 17 Ocak 2017, 22:04 tarafından yildo

» Papanın Maksadı
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimePerş. 04 Ara. 2014, 14:29 tarafından MUHTESEM

» 26 Eylül Dil Bayramı Kutlu Olsun
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimeCuma 26 Eyl. 2014, 11:58 tarafından MUHTESEM

» İşte İhsanoğlu'nun Seçim Logosu
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimePerş. 10 Tem. 2014, 10:06 tarafından MUHTESEM

» Jandarma Teşkilatının Kuruluş Yıldönümü
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimeC.tesi 14 Haz. 2014, 12:00 tarafından MUHTESEM

» 54 kentte kış lastiği takmayana ceza kesilecek
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimeSalı 17 Ara. 2013, 14:05 tarafından MUHTESEM

» Diyarbakır'da Türkçe Tabelalar Kaldırılıyor
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimePerş. 14 Kas. 2013, 13:07 tarafından MUHTESEM

» Subay ve Astsubaylar arasında istifalar arttı
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimeSalı 05 Kas. 2013, 17:16 tarafından MUHTESEM

» Bôyle Baba olmaz Olsunn
Kıbrıs Dosyası Icon_minitimeÇarş. 09 Ekim 2013, 19:05 tarafından ValiBey


Kıbrıs Dosyası

Aşağa gitmek

Kıbrıs Dosyası Empty Kıbrıs Dosyası

Mesaj tarafından Crackman Salı 18 Ocak 2011, 00:57


Kıbrıs
Dosyası




Kıbrıs Tarihi




Kıbrıs’ın bilinen tarihi, Milat'tan önce 15. yüzyıla kadar
uzanır. Ada M.Ö. 15'inci yüzyılda, Hitit egemenliğinde
bulunuyordu. Hitit egemenliği M.Ö. 1450 yılında Mısır ile
yer değiştirdi. Bu tarihten itibaren Kıbrıs'ta M.Ö. 450
yılına kadar Mısırlılar egemen oldular.M.Ö. 1320 yılında Ada
bir ara tekrar Hitit egemenliği altına girdi. Daha sonra
sırası ile Finike, Asur, tekrar Mısır, Persler, Photomeler,
Roma ve Bizans Ada üzerinde egemenlik kurdular.


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]





M.S. 395 yılında Roma'nın doğu ve batı olarak ikiye ayrılmasıyla
birlikte Ada'nın Bizans egemenliğine girdiğini görüyoruz. M.S. 638
yılında İslam halifesi Hz. Ebubekir'in Kıbrıs'a çıkmasıyla Ada'nın
önemli yerleri Müslümanların eline geçti. M.S. 647'de Halife Hz.
Osman zamanında da bütün Ada İslam egemenliği altına girdi.
Kıbrıs'taki İslam egemenliği, Ada Bizans İmparatoru Nikepheros
Phossas'ın 964 yılında Ada'yı yeniden ele geçirmesiyle sona erdi.
1191 yılında çok kısa bir süre İngiltere kraIı Aslan Yürekli
Richard'ın eline geçti. 1192'de yine çok kısa süre, Templer
Şövalyeleri Ada'da egemen oldular. 1192-1189 yılları arasında da
Lusignanların yönetimi altında kalan Ada,1425 ve 1426 yıllarında
Memlüklerin saldırısına uğradı. Kısa bir süre de Ceneviz
egemenliğine girdi. Sürekli Memlük saldırıları sonunda yıkılan
Lusignanların yerine Venedikliler geçti.






Kıbrıs'ta
Osmanlı Yönetimi




15. Yüzyılın sonlarında doğu Akdeniz'e egemen olan Osmanlı
İmparatorluğu, siyasi, stratejik, ekonomik ve dini nedenlerin
etkisiyle Kıbrıs'ı ele geçirdi. Kıbrıs'ta üslenen Venedik
korsanlarının Türk deniz ticaretine verdikleri büyük zararlar da
Kıbrıs'ın ele geçirilmesinde başlıca etkenlerden biri oldu.

1 Temmuz 1570 tarihinde, 50 bin asker ve 80 top taşıyan Osmanlı
Filosu, Kıbrıs'a çıkarma yaptı. Kıbrıs çetin savaşlardan sonra ancak
bir yılda alınabildi. Kıbrıs'ın en kuvvetli kalesi olan Magosa'nın 1
Agustos 1571'de teslim olmasıyla bütün Ada Osmanlı İmparatorluğu’nun
eline geçmiş oldu.




Kıbrıs 1571 yılından 1878 yılına kadar tam 308 yıl Osmanlı
egemenliğinde kaldı.





Kıbrıs
Türklerinin Kökeni




Kıbrıs Türklerinin kökeni Anadolu'daki Türk Halkıdır. Kıbrıs'ın
fethinden sonra adanın gelişmesi için üretici nüfusa ve sanatkara
gereksinim olduğunu gören Padişah II. Selim, adada kalan 20 bin
civarında askerin yanı sıra 10 bin civarında sanatkar ailenin de
Kıbrıs'a gönderilmesini kararlaştırır.Bu amaçla çıkarılan bir
"Sürgün Hükmü”ne göre Anadolu, Karaman, Rum ve Dulkadir Kadıları
şehir ve kasabalarda oturan zanaat ve meslek sahipleri arasında
seçme yaparak, her on haneden bir hanede yaşayan aileleri Kıbrıs'a
gönderdiler. Bu meslek sahipleri içinde ayakkabıcılar, terziler,
dokumacılar aşçılar, mumcular, semerciler, nalbantlar, bakkallar,
demirciler, dericiler, taşcılar, kuyumcular, yapıcılar, kalaycılar
ve kazancılar başı çekmekteydi. Adaya gelen bu Türkler kısa sürede
ekonomik yaşama büyük bir canlılık getirdi.




Yunanistan ise daha Osmanlı egemenliği altında olması nedeni ile
Rumları kışkırtacak durumda değildi. Megali İdea fikri ortaya
atılana kadar, iki halk Osmanlıların adil yönetimi altında barış
içinde bir arada yaşadı. Denebilir ki adadaki iki halkın barış
içinde bir arada yaşadığı tek dönem fiilen Osmanlı İdaresi altında
yaşanan bu 307 yıllık dönemdir. Bu dönemde yerel halkın büyük
bölümünün mensup olduğu Ortodoks dinine ait ibadet yerleri yeniden
açılmış, Hıristiyanlar tam bir ibadet özgürlüğüne kavuşmuştur.





Kıbrıs'ın
İngilizlerin Eline Geçmesi




1878'de Osmanlı-Rus savaşını fırsat bilen İngiltere, "Ruslara karşı
yardım" vaadi ile, Kıbrıs'ı yılda 92000 altına kiralamayı başardı.
Fakat, bu kiralama geçici idi. Tehlike geçtikten sonra ada yeniden
geri verilecekti. Yani Kıbrıs İmparatorluğun bir parçasıydı. Padişah
kira anlaşmasına (Ayestafanos-Yeşilköy) imza atmadan önce (Hukuku
Şâhaneme asla halel gelmemek üzere muahedenameyi tasdik ederim)
notunu düşmüş ve sonra imzalamıştı.






Fakat, İngiltere adaya yerleştiği günden itibaren Kıbrıs'ı nasıl
ilhak edeceğinin hesabını yapmıştı. Nitekim, Osmanlı
İmparatorluğunun Almanya yanında 1. Dünya savaşına katılması ile
böyle bir fırsatı bulmuş ve yayınladığı bir emirname ile Kıbrıs'ı
ilhak ettiğini duyurarak, her yıl ödemesi gereken 92 bin altını da
ödemeyi durdurmuştu. Sonunda 20 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması’nın 20.
maddesi ile Ada hukuken de İngiltere'ye bırakıldı.




İngiliz yönetiminin ilk yıllardan itibaren Rumlar Enosis (Kıbrıs’ın
Yunanistan’a ilhakı) taleplerini tırmandırmaya başlamışlardır.






Enosis



Enosis, Megali İdea hedefi çerçevesinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a
bağlanmasını, ifade etmektedir.

Kelime anlamı ile "ilhak" demek olan Enosis ilk Megali İdea
haritasının çizildiği 1791 yılından beri gündemde olan bir konudur.
Bir anlamda Kıbrıs sorununun da bu tarihten itibaren varolduğu
söylenebilir.






Megali İdea ise, kelime anlamı ile "Büyük İdeal, büyük fikir"
demektir. Bu fikre ve ilkeye göre, 1453'de Fatih Sultan Mehmet
tarafından fethedilen İstanbul tekrar ele geçirilecek, Yunanistan,
Girit, Rodos, Kıbrıs, Anadolu ve Büyük İskender'in uzandığı
İskenderiye'ye kadar olan topraklar işgal edilerek, bir Helen
İmparatorluğu olarak kabul edilen büyük Bizans İmparatorluğu
kurulacaktır. Bu imparatorluğun başkenti ise eski Bizans'ta olduğu
gibi hala "Konstantinopolis" diye andıkları İstanbul olacaktır.






[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



Yunanistan'ın Kıbrıs'ı talep etmesi 30 Aralık 1918 yılında
gerçekleşti. 18 Ekim 1828 tarihinde İngiltere, Rusya ve
Fransa'ya bir nota veren Yunanistan, resmen ilk kez Enosis
fikrini ortaya atmış ve adanın kendisine bağlanmasını
istemiştir. Kıbrıs'ta Yunan kilisesi, Patrikhane ve Yunan
Hükümeti tarafından desteklenen Enosis hareketi, yıllar
boyunca kilise ve okullarda genç beyinlere aşılanmıştır.





Kıbrıslı Türkler, Kıbrıslı Rumların Yunanistan tarafından körüklenen
bu Enosis taleplerine karşı daima haklarını müdafaa etmiştir ve
Yunanistan tarafından bir sömürge haline getirilmeyi reddederek,
eğer Kıbrıs el değiştirecekse, adanın gerçek sahibi olan Türkiye’ye
geri verilmesini talep etmişlerdir. Bu nedenle Rumlar, Kıbrıs
Türklerini daima Enosis’i engelleyen en büyük nedenlerden birisi
olarak kabul etmiş, çeşitli yollarla bu engeli bertaraf etmeye
çalışmışlardır.







E.O.K.A.




EOKA, Kıbrıs'ta Makarios öncülüğünde Türk halkını yok edip,
adayı Yunanistan'a bağlamak için kurulmuş olan bir terör
örgütüdür.






EOKA
için ilk gizli görüşmeler 2 Temmuz 1952'de Atina'da
Makarios'un başkanlığında yapılmıştı. EOKA'nın amacı önce
İngilizleri adadan atmak,ardından da topyekun bir imha
hareketi ile Türk halkını yok ederek adayı Yunanistan'a
bağlamaktı. Nitekim kısa süre sonra İngilizlerin adadan
ayrılmasını dahi beklemeden, 21 Haziran 1955'den itibaren
saldırılarını İngiliz Sömürge Yönetimine ve Türklere de
yöneltmeye başladı.



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]





1950’de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi tarafından düzenlenen bir sözde
plebisitte Rum toplumunun % 95’i ENOSİS lehine oy kullanılmıştır. Bu
arada Enosis Yunanistan’ın resmi politikası haline gelmiştir.
Yunanistan, Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler örgütüne 1954’te
götürmeyi başarmıştır.Yunanistan’ın, sorunu B.M.’ye getirmekte
kullandığı slogan “Self-Determinasyon”dur.






Kıbrıs Türk Halkının ise “self-determinasyon” hakkı hiçe sayılmakta
ve bu prensip tek taraflı olarak sadece Kıbrıs Rum halkına ait bir
hak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Halbuki Kıbrıs’ta “Kıbrıs
Milleti” diye bir millet yoktur; bunu ilk söyleyen taraf da yine
Rumların kendileridir. Kıbrıs’ta iki ayrı din, dil ve kültüre sahip
iki ayrı halk vardır. Tezlerinin haklılığını bu inkâr edilemez
gerçeğe dayandıran Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs’ta tek taraflı
“self-detrminasyon” uygulanamayacağını, gerçek anlamda bir
“self-determinasyon” uygulanacaksa, bunu dini dili ve kültürü ayrı
iki halkın her ikisine de eşit şekilde uygulanması gerektiğini
savunmaktadırlar.






Rum Ortodoks Kilisesi ve EOKA’nın ENOSİS’i gerçekleştirmek için
ortaklaşa sürdürdükleri şiddet hareketlerini, Kıbrıs Rum tarafı
dünya kamuoyuna “bağımsızlık” için verilen bir “kurtuluş mücadelesi”
olarak takdim etmeye çalışmaktadır. Halbuki şiddet eylemlerinin
çoğunluğu o günün sömürge idaresi durumunda bulunan İngiltere’den
ziyade, Kıbrıs Türklerine karşı yapılmaktaydı.





[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



EOKA’nın fiilî şiddet eylemlerinin başladığı 1955’lere
kadar, ******’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine sadık
kalarak barışçı bir dış siyaset gütmekte olan Türkiye
Cumhuriyeti, bu olaylar karşısında hareketsiz
kalınamayacağını anladı. 1955’te Londra da toplanan
Konferansta Türkiye, Kıbrıs konusunda ilgili bir taraf
olduğunu kabul ettirdi.




1956’da Kıbrıs
sorunu B.M. önüne getirilmek istendiğinde, Türkiye gerek hükümeti,
gerek basını, gerekse kamuoyuyla bir bütün olarak Kıbrıs Türkü’nün
yanındadır. Konu bazı devletlerin muhalefetiyle ertelenir. Rumların
ENOSİS talebine karşı bir antitez olarak TAKSİM fikri ortaya atılır.
Barış ve uzlaşma adına Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği bunu kabul
eder, fakat Rumlar Kıbrıs’ı bir Yunan adası görmeye devam etmekte ve
ENOSİS üzerinde ısrar etmektedirler.






EOKA’nın Kıbrıs Türk Halkına yönelttiği şiddet ve saldırıların
artarak devam etmesi üzerine 1 Nisan 1958 yılında, Kıbrıs Türk Halkı
kendilerini bu saldırılara karşı korumak maksadı ile Anavatan
Türkiye’nin de desteğini alarak, bir direniş örgütü olan Türk
Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurmuştur. Rumlar geniş kapsamlı
saldırılarına başlayana kadar TMT eylemde bulunmamıştır.






Bu arada Yunanistan tarafından birkaç kez daha Birleşmiş Milletlere
götürülen Kıbrıs sorununda “Self-Determinasyon” kisvesi altında
hareket eden Rumların gerçek maksatlarının ENOSİS olduğu iyice
anlaşılmıştır. Rum tarafının bu şekilde maskesinin düşmesi ve T.C.
Hükümetinin de bu konuda iyice ağırlığını koyması üzerine bir
uzlaşmaya varılmış ve bunu 1959 Londra ve Zürih Anlaşmaları
izlemiştir.






Zürih ve
Londra Anlaşmaları




Kıbrıs Türk Halkının Enosise karşı verdiği mücadele, 1960 öncesinde
adanın Yunanistan'a bağlanamaması ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti'nin
doğmasını sağlayan en önemli faktör olmuştu.





Rumların Enosis
talepleri karşısında Türk halkının her yolla Self-determinasyon
hakkına sahip çıkması, tek yanlı bir Enosis gerçekleşmesi
olasılığını tümden ortadan kaldırmıştı.






İki halk arasında başlayan çarpışmalar sonucu, Rumların
savunduğu Enosis ve Türklerin savunduğu Taksime karşı bir
orta yol olarak, adanın bağımsızlığı fikri doğmuştu. Bu
fikrin, İngiltere, Yunanistan, Türkiye ve ABD tarafından
benimsenmesinden sonra, 11 Şubat 1958'de Zürih anlaşması ve
19 Şubat 1959'da da Londra anlaşması imzalandı.



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]





Bu anlaşmaların altına İngiltere ve iki anavatan yanında, adadaki
her iki toplum da eşit statüde iki kurucu ortak olarak imza attı.
1959 Londra ve Zürih Anlaşmalarına uygun olarak hazırlanan Kıbrıs
Cumhuriyeti Anayasası ile buna bağlı Kuruluş, İttifak ve Garanti
Anlaşmalarının, 16 Ağustos 1960’da yürürlüğe girmesi ile iki uluslu,
bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti doğmuş oldu. Bu fonksiyonel federatif
bir ortaklık Cumhuriyetiydi. Egemenlik ve bağımsızlık iki ulusal
topluma ortaklaşa verilmişti. Anayasadaki esas, bir ulusal toplumun
diğerine hükmedemeyeceği idi.






Zürih ve Londra anlaşmalarına göre Cumhurbaşkanı Rum, Yardımcısı
Türk olacaktı. Bakanlar Kurulu 7 Rum 3 Türk üyeden; Temsilciler
Meclisi 35 Rum 15 Türk üyeden; Cumhuriyet Ordusu 60-40 ve memur
kadroları 70-30 oranı ile her iki toplum fertlerinden oluşacaktı.
Her iki toplumun kendi iç işlerine bakacak birer Cemaat Meclisi
olacaktı. Bu Meclis toplumsal harcamalar için vergi koyma hakkına
sahip olacaktı. Ayrıca din, eğitim ve kültür işlerinden de sorumlu
olacaktı. İç güvenliği, polis ve jandarma sağlayacaktı. Ceza
davalarında mahkeme heyeti suçlunun ait olduğu toplumun
yargıçlarından oluşacaktı. Beş büyük şehirde ayrı belediyeler
olacaktı. Resmi dil Türkçe ve Rumca olacaktı. Cumhur
başkanı
Muavini veto yetkisine haiz olacak ve önemli konularda Türk üyelerin
ayrı oy çoğunluğu gerekli olacaktı. Her iki anavatan kendi
toplumlarına eğitim ve kültürel alanlarda mali yardımda
bulunabilecekti.




Enosis ve Taksim yasaklanmıştı, fakat Rum liderliği bütün eski
EOKA'cıları Cumhuriyetin kilit noktalarına yerleştirmiş ve Anayasada
yasaklanmasına karşın Enosis faaliyetlerini bizzat Makarios'un
önderliğinde sürdürmüştü.






Garanti
Anlaşması




Zürih ve Londra anlaşmalarına ek olarak, Kıbrıs, Türkiye, İngiltere
ve Yunanistan arasında imzalanan GARANTİ ANLAŞMASI'nın l.
maddesinde, "Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya
kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt
eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın
taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her
nevi hareketi yasak ve ilan eder" denilmektedir. Bu anlaşmanın
yürürlükte olması nedeniyle adanın AB'la birleşmesi, mümkün
değildir.






İkinci maddede ise şöyle denmektedir: "Yunanistan, Türkiye ve
Birleşik Krallık, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin bu anlaşmanın birinci
maddesinde gösterilen yükümlülüklerini göz önüne alarak, Kıbrıs
Cumhuriyeti'nin bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü, güvenliğini ve
aynı zamanda hareketi ile Türk halkını yok ederek adayı Yunanistan'a
bağlamaktı. Nitekim kısa süre sonra İngilizlerin adadan ayrılmasını
dahi beklemeden, 21 Haziran 1955'den itibaren saldırılarını İngiliz
Sömürge Yönetimine ve Türklere de yöneltmeye başladı.






1950’de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi tarafından düzenlenen bir sözde
plebisitte Rum toplumunun %95’i ENOSİS lehine oy kullanılmıştır. Bu
arada Enosis Yunanistan’ın resmi politikası haline gelmiştir.
Yunanistan, Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler örgütüne 1954’te
götürmeyi başarmıştır.Yunanistan’ın, sorunu B.M.’ye getirmekte
kullandığı slogan “Self-Determinasyon”dur.






Kıbrıs Türk Halkının ise “self-determinasyon” hakkı hiçe sayılmakta
ve bu prensip tek taraflı olarak sadece Kıbrıs Rum halkına ait bir
hak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Halbuki Kıbrıs’ta “Kıbrıs
Milleti” diye bir millet yoktur; bunu ilk söyleyen taraf da yine
Rumların kendileridir. Kıbrıs’ta iki ayrı din, dil ve kültüre sahip
iki ayrı halk vardır. Tezlerinin haklılığını bu inkâr edilemez
gerçeğe dayandıran Kıbrıs Türkleri, Kıbrıs’ta tek taraflı
“self-detrminasyon” uygulanamayacağını, gerçek anlamda bir
“self-determinasyon” uygulanacaksa, bunu dini dili ve kültürü ayrı
iki halkın her ikisine de eşit şekilde uygulanması gerektiğini
savunmaktadırlar.






[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]






Rum Ortodoks Kilisesi ve EOKA’nın ENOSİS’i gerçekleştirmek için
ortaklaşa sürdürdükleri şiddet hareketlerini, Kıbrıs Rum tarafı
dünya kamuoyuna “bağımsızlık” için verilen bir “kurtuluş mücadelesi”
olarak takdim etmeye çalışmaktadır. Halbuki şiddet eylemlerinin
çoğunluğu o günün sömürge idaresi durumunda bulunan İngiltere’den
ziyade, Kıbrıs Türklerine karşı yapılmaktaydı.






EOKA’nın fiilî şiddet eylemlerinin başladığı 1955’lere kadar,
******’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesine sadık kalarak barışçı
bir dış siyaset gütmekte olan Türkiye Cumhuriyeti, bu olaylar
karşısında hareketsiz kalınamayacağını anladı. 1955’te Londra da
toplanan Konferansta Türkiye, Kıbrıs konusunda ilgili bir taraf
olduğunu kabul ettirdi.






1956’da Kıbrıs sorunu B.M. önüne getirilmek istendiğinde, Türkiye
gerek hükümeti, gerek basını, gerekse kamuoyuyla bir bütün olarak
Kıbrıs Türkü’nün yanındadır. Konu bazı devletlerin muhalefetiyle
ertelenir. Rumların ENOSİS talebine karşı bir antitez olarak TAKSİM
fikri ortaya atılır. Barış ve uzlaşma adına Türkiye ve Kıbrıs Türk
liderliği bunu kabul eder, fakat Rumlar Kıbrıs’ı bir Yunan adası
görmeye devam etmekte ve ENOSİS üzerinde ısrar etmektedirler.






EOKA’nın Kıbrıs Türk Halkına yönelttiği şiddet ve saldırıların
artarak devam etmesi üzerine 1 Nisan 1958 yılında, Kıbrıs Türk Halkı
kendilerini bu saldırılara karşı korumak maksadı ile Anavatan
Türkiye’nin de desteğini alarak, bir direniş örgütü olan Türk
Mukavemet Teşkilatını (TMT) kurmuştur. Rumlar geniş kapsamlı
saldırılarına başlayana kadar TMT eylemde bulunmamıştır.




Bu arada Yunanistan tarafından birkaç kez daha Birleşmiş Milletlere
götürülen Kıbrıs sorununda “Self-Determinasyon” kisvesi altında
hareket eden Rumların gerçek maksatlarının ENOSİS olduğu iyice
anlaşılmıştır. Rum tarafının bu şekilde maskesinin düşmesi ve T.C.
Hükümetinin de bu konuda iyice ağırlığını koyması üzerine bir
uzlaşmaya varılmış ve bunu 1959 Londra ve Zürih Anlaşmaları
izlemiştir.






Anayasanın temel maddeleriyle kurulan düzenini tanırlar ve garanti
ederler".




4. Maddenin son paragrafı ise şöyledir.




"Ortak veya anlaşarak hareket olası olmadığı taktirde garanti veren
her üç devletten her biri, bu anlaşma ile kurulan düzeni tekrar
kurmak amacı ile harekete geçmek hakkını saklı tutarlar.” Türkiye,
1974 Barış Harekatını, işte bu anlaşmanın 4. maddesinin kendisine
verdiği hakka dayanarak yapmıştır. Bu nedenledir ki, 1974 Barış
Harekatı Uluslararası bir anlaşmadan doğan bir hakkın kullanılarak,
o anlaşmanın yüklediği vecibelerin yerine getirilmesidir.






Akritas
Planı




21 Nisan 1966 tarihli PATRİS GAZETESİ'nde yayınlanan bu plana göre
Türk halkı ani bir saldırı ile yok edilecek ve ada Yunanistan'a
bağlanacaktı. Planın hazırlayıcıları arasında AKRİTAS kod adlı
İçişleri Bakanı Yorgacis, Cumhurbaşkanı Makarios, Meclis Başkanı
Klerides yanında, 16 Şubat 2003 tarihinde Rum Yönetimi Başkanlığı’na
seçilen Tasos Papaduplos gibi isimler de bulunmaktaydı




21 Aralık 1963’te EOKA, Akritas, Planı’nın silahlı eylem safhasını
uygulamaya koydu. “Kanlı Noel adı verilen bu haftada Rumlar,
yüzlerce Türk’ü öldürdü, binlercesini yaraladı.




[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



Bu gelişmeler ışığında, 27 Aralık 1963’te bir İngiliz
komutasında üç garantör ülkenin askerleri “Barışı koruma
kuvvet adı altında adada göreve başladı. 30 Aralık 1963’te
Rumların saldırılarının durduğu yere, Lefkoşa’nın Türk ve
Rum Kesimlerini ayıran Yeşil Hat çizildi. Ocak 1964’te
Londra’da, üç garantör ülke ve adadaki toplum liderlerinin
katıldığı bir konferans düzenlendi; fakat olumlu bir sonuç
alınamadı. 4 Mart 1964 yılında BM Güvenlik Konseyi 186
sayılı kararı ile “Kıbrıs Hükümeti’nden” şiddeti ve kan
dökülmesini önleyecek kararlar almasını istedi. Bu kararla
birlikte Rum Yönetimi, “Kıbrıs Hükümeti” olarak tanınmaya
başladı. 4 Nisan 1964’te kontrolü sözde “Kıbrıs
Cumhuriyeti’ne” verilen BM Barış Gücü adada göreve başladı.
4 Nisan’da ise Makarios Kıbrıs Cumhuriyeti’ni kuran
anlaşmaları tek yönlü olarak feshettiğini açıkladı.





Rumların Aralık 1963 saldırıları ve bunu takip eden aylarda Kıbrıs
Türklerine karşı sürdürdükleri saldırılar, yüzlerce Türkün öldürülüp
yaralanması, 103 köyden 30 bin Türkün göçmen durumuna getirilmesi,
Türk ev ve mallarının tahrip ve talan edilmesi ile sonuçlanır. Bu
saldırılarla aynı anda Kıbrıs Türkleri devlet mekanizmasının bütün
organlarından dışlanırlar ve bu organlar tamamen Rumların tekeli
altına alınır.






Makarios’un yeni politikasını oluşturan Kıbrıs Türklerini ekonomik
ve sosyal baskılarla çökertme çabaları, BM Genel Sekreteri’nin o
zamanki raporlarında da açıklıkla ifade edilmektedir. 10 Eylül 1964
tarih ve s/5950 sayılı raporun 222’nci paragrafında aynen şöyle
denilmektedir: “Kıbrıs Türk Toplumuna karşı bazı hallerde tam bir
abluka şiddetinde uygulanan ekkonomik kısıtlamalar, Kıbrıs
Hükümetinin muhtemel bir çözümü empoze etmek için askeri harekat
yerine ekonomik baskı kullanmakta olduğunu göstermektedir.”





1964-1974
Döneminde Türk Halkı




Kıbrıs Türk halkının 1964 saldırılarından sonra Devletin tüm
organlarından dışlanması ve 11 yıl sürecek insanlık dışı bir kuşatma
altında yaşamaya zorlanması, olumsuz etkisini her alanda gösterdi.





Göçmen
olan 30 binden fazla Türk, çadırlarda, sinema salonlarında
okullarda barınmak zorunda kaldı. Türk Halkı üretimden
koptu. Adanın % 3'lük bir bölümündeki kuşatma boyunca, dış
dünyadan soyutlanan Kıbrıs Türklerinin haberleşmesi,
ulaşımı, ekonomik ilişkileri tümü ile yasaklanmıştı.



Adaya
BM Güvenlik Konseyi
nin
Mart 1964 kararıyla gönderilmiş bulunan BM Barış Gücü,
Kıbrıs Türklerine karşı yürütülen bu yoğun ekonomik
kıstlamalar ve aralıksız sürdürülen terör hareketleri
karşısında etkisiz kaldı.


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]





Kıbrıs Rumları, uyguladıkları bütün bu ekonomik ablûka ve diğer
baskı yöntemleriyle Kıbrıs Türkleri’nin direnişini kıramayacaklarını
anlayınca, 1967’de tekrar saldırıya geçtiler. Bu arada adaya gizli
yollardan sokulmuş bulunan ve sayıları 20.000’i bulan Yunan
birlikleri de Türk köylerine karşı yapılan bu saldırılarda rol
alırdı. Boğaziçi ve Geçitkale köylerine karşı yapılan saldırılarda
birçok Türk hayatını kaybetti veya yaralanır. Saldırılar ancak
Türkiye’nin kararlı tutumu ve Kıbrıs Türk Halkına karşı yapılan bu
soykırımının durdurulmaması halinde Antlaşmalardan kaynaklanan
müdahale hakkını kullanacağı ihtarı üzerine son buldu.






1967 saldırıları Rum toplumu arasında Enosis’in artık Türkiye’nin
muhalefetine rağmen silâh zoruyla gerçekleştirilemeyeceğini, bunun
daha başka yöntemlerle elde edilmesi gerektiği yönündeki inancın
güçlenmesine neden olmuştur. Bu, zamanla Başpiskopos Makarios ve
Yunanistan’da 1967’de işbaşına gelen Cunta arasında başta gelen
ihtilâf konularından birisini oluşturacak ve Cunta’nın 1974’te
Makarios’a karşı bir darbe düzenlemesine sebep olacaktı.





15 Temmuz
1974 Darbesi






Kıbrıs’ta nihai amaç ENOSİS’ti, ama bunun kimin tarafından
ve hangi yoldan gerçekleştirileceği konusunda Makarios’la
Cunta birbirlerine düşmüşlerdir. Makaryos’un Cunta lideri
General Gizikis’e gönderdiği 2 Temmuz 1974 tarihli meşhur
mektubu, bardağı taşıran son damla olmuştur. Yunan
Cuntası’nın 15 Temmuz’da başlattığı darbe pek çok Rum ve
Yunanlının hayatını kaybetmesine neden oldu. Makarios’u
destekleyen AKEL ve EDEK’çiler katledilerek iktidar’a el
konuldu ve geçici bir süre için Türk kasabı olarak bilinen
Nicos Samson Cumhurbaşkanlığı’na getirildi. Bu arada
Makarios Cuntacılardan kurtulup, durumu görüşmek üzere 19
Temmuz 1974’te BM Güvenlik Konseyi’nde konuşma yapmak üzere
New York’a gitti. Bu konuşmasında Makarios, EOKA-B’yi
terörist örgüt olarak niteleyerek, bunu Yunanistan’ın
yönettiğini ve Kıbrıs’ta darbe yaparak adayı işgale
yeltendiğini resmen açıkladı.


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]





Binlerce Rum’un kendi ırkdaşları tarafından insafsızca öldürüldüğü
ve Kıbrıs Türklerinin de can ve mallarına zarar verildiği darbe,
ancak Türkiye’nin 1960 Garanti Antlaşmasından kaynaklanan hak ve
görevlerini yerine getirerek gerçekleştirdiği Türk Barış Harekâtı
ile bir son bulmuştur.







20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı




Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan koalisyon hükümeti, adadaki Yunan
işgalini önlemek amacı ile müdahaleye karar verdikten sonra, diğer
bir garantör devlet olan İngiltere ile birlikte müdahale etmek
amacıyla görüşme yapmak için, 16 Temmuz 1974’te İngiltere’ye gitti.
Yapılan görüşmeler sonucu İngiltere’nin ortak müdahale’ye
yanaşmayacağı anlaşıldı.






Bunun üzerine Türkiye hükümeti 1960 Garanti Antlaşması’ndan
kaynaklanan tek yanlı müdahale hakkını kullanarak 20 Temmuz 1974’te
Mutlu Barış Harekatını gerçekleştirdi. Türk Barış Harekâtı,
Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını engelleyerek adanın
bağımsızlığını korumuş, Kıbrıs Türklerini topluca imhadan kurtarmış
ve Kıbrıs sorununun gerekçi, hakça ve kalıcı bir çözüme
ulaştırılması için gerekli siyasi ve coğrafi zemini oluşturmuştur.






Türkiye’nin 1974 yılında adaya gerçekleştirmiş olduğu müdahalenin,
uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan yasal bir zemine
dayandığı ve “işgal” olarak kesinlikle tanımlanamayacağı gerek
Avrupa Konseyi’nin 29 Temmuz 1974 tarih ve 573 sayılı kararı,
gerekse de Atina Temyiz Mahkemesi’nin 21 Mart 1979 tarihinde
aldığı 2658/79 sayılı kararla tescil edilmiştir.





[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



Avrupa Konseyi 573 sayılı kararının 3. maddesinde;




“... Adada diplomatik yollardan bir anlaşmaya varılamamasından
dolayı, Türk Hükümeti 1960 Garanti Antlaşması’nın 4. maddesine
göre müdahale hakkını kullandı” denmektedir.




Atina Temyiz Mahkemesi ise karında;



“Türkiye’nin
Zürih ve Londra Anlaşması çerçevesinde garantör devlet olarak
Kıbrıs’a müdahalesi yasaldır. Asıl sorumlu, haklarında dava açılan
Yunanlı Subaylardır” demektedir.







Kıbrıs
Türk Federe Devleti




Rum-Yunan darbesi ve bunun sebebiyet verdiği olayları izleyen
aylarda Cenevre Konferansı yapılmış ve bu Konferans’ta Kıbrıs’ta
fiilen iki ayrı özerk idarenin bulunduğunu üç Garantör ülke olan
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından kabul edilmiştir. Ancak
1974’te kurulan ve Cenevre Deklarasyonu’nda varlığı te'yid edilen
Otonon Kıbrıs Türk Yönetimi, Rumlarca 11 yıl devletsiz bırakılan
Kıbrıs Türklerinin ihtiyaçlarını karşılamaya yeterli değildi. Yeni
doğan özgürlük ortamında Kıbrıs Türkleri’nin politik, ekonomik,
sosyal ve idari ihtiyaçlarını karşılamak ve Kıbrıs’ta ileride
kurulacak iki kesimli federal bir Kıbrıs Cumhuriyeti’ne zemin
hazırlamak için Otonom Kıbrıs Türk Yönetimi 13 Şubat 1975’te Kıbrıs
Türk Federe Devleti olarak yeniden düzenledi.






1975’te kurulan Kıbrıs Türk Federe Devleti, 1963’te Kıbrıs
Türklerinin idare dışına atılmaları ile başlayan ve önce “Geçici
Kıbrıs Türk Yönetimi” şeklinde gelişen bir sürecin sonunda ortaya
çıkmıştır.






Nüfus
Mübadelesi



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


Hiç
şüphesiz 20 Temmuz Barış Harekatının en önemli sonuçlarından
biri nüfus mübadelesidir. Nüfus aktarması ile her iki
taraftaki esirler, yaralılar ve sivil halkın istedikleri
bölgeye geçmesi sağlanmış ve iki toplumlu, iki kesimli
federal bir Cumhuriyetin temelleri oluşturulmuştur. Dolayısı
ile ne Kıbrıs sorunu, ne göçmen sorunu, ne de kayıplar
sorunu 1974'de doğmamıştır. Bu sorunlar 1955'lerden beri Rum
tarafının Türk Toplumuna saldırması ile, daha o zamandan
doğmuştur. Ve başta gelen sorumlu da Rum liderliğidir.





KTFD’nin ilânını izleyen yıllarda bütün Rum tahrikleri ve
uluslararası sahada Kıbrıs Türklerine karşı uyguladıkları politik ve
ekonomik ambargolara rağmen toplumlararası görüşmeler
sürdürülmüştür. Bu görüşmelerin Viyana’da yapılan 30 Temmuz-2
Ağustos 1975 tarihleri arasında üçüncü turunda Nüfus Mübadelesi
Anlaşmasına varılmış ve bu Anlaşmanın Eylül ayı içerisinde BM
gözetiminde fiilen uygulanmasıyla Güney’de kalmış 8.000 kadar Türk
kendi arzularıyla Kuzey’e geçmiş, Kuzey’de kalmış Rumların birçoğu
da kendi arzularıyla Güney’e gönderilmişlerdir. 1974 olayları ve
sonrasında Güney’den Kuzey’e geçmiş Kıbrıslı Türklerin toplam sayısı
65,000 civarındadır.





1977-1979
Doruk Anlaşmaları




1975 yılında Viyana'da 6 tur görüşme yapılmış ve bu görüşmelerde
soruna federal bir çözüm bulunması konusu ele alınmıştı.




6. turdan sonra görüşmelerin çıkmaza girmesinden 1.5 yıl kadar
sonra, kilitlenmeyi çözmeyi amaçlayan Cumhurbaşkanı Denktaş, BM
Genel Sekreteri Waldheim'a Makarios'la buluşma önerisi yapmıştır.
Cumhurbaşkanı Denktaş'ın bu önerisi epeyi zorlanmadan sonra, Rum
toplumu lideri Makarios tarafından kabul edilmiş, görüşme, 12 Şubat
1977 tarihinde yapılmıştır.




BM Genel Sekreterinin gözetiminde yapılan görüşmelerde 4 maddelik
bir ilke anlaşması imzalanmıştır.




1. Kıbrıs Cumhuriyeti bağımsız, bağlantısız ve iki toplumlu
olmalıdır.




2. Her toplumun yönetimi altındaki topraklar, ekonomik ve toprak
verimliliği ile toprak mülkiyeti esasları ışığında görüşülmelidir.




3. Dolaşma, yerleşme özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi prensip
meseleleri müzakereye açıktır. Bunların görüşülmesinde iki toplumlu
federal sistem ve Türk Toplumu yönünden doğabilecek güçlükler de
dikkate alınacaktır.




4. Federal hükümetin görev ve yetkileri, devletin birliği ve
devletin iki toplumlu mahiyetini koruyacak şekilde olacaktır.




Makarios'un ölümünden sonra, yine Denktaş'ın önerisi ile
yeni bir doruk anlaşması gerçekleşmiştir. Rum Toplumu Lideri
Kiprianu ile Cumhurbaşkanı Denktaş arasında imzalanan 19
Mayıs 1979 tarihli 10 maddelik anlaşma da şöyledir:



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]


1. Toplumlararası
görüşmeler 15 Haziran 1979'da yeniden başlayacaktır.




2. Görüşmelerin temeli Denktaş-Makarios anlaşması ve BM'in Kıbrıs'la
ilgili kararları olacaktır.




3. Cumhuriyetin tüm yurttaşlarının insan haklarına ve temel
özgürlüklerine saygı gösterilmelidir.




4. Görüşmeler tüm toprak ve anayasa konularını kapsayacaktır.




5. Maraş'la ilgili bir anlaşmaya varılması halinde, diğer yörelerle
ilgili anlaşma beklenmeden Maraş açılacaktır.




6. Görüşmelerin sonucunu olumsuz şekilde etkileyecek hareketlerden
kaçınılması ve iyi niyet, karşılıklı güven ve olağan koşullara
dönüşü kolaylaştırabilecek pratik önlemler alınmalıdır.




7. Kıbrıs Cumhuriyeti askerden arındırılacaktır.




8. Cumhuriyetin bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve
bağlantısızlığı, bir başka ülke ile kısmen veya bütün olarak
birleşmesi veya taksim ve ayrılmanın herhangi bir şekline karşı
gereken garantiler olacaktır.




9. Görüşmeler gecikmelerden kaçınılarak sürekli ve temelli bir
şekilde sürdürülecektir.




10. Toplumlararası görüşmeler Lefkoşa'da yapılacaktır.




Bu anlaşmadan sonra başlayan toplumlararası görüşmeler, Rumların BM
Genel Kuruluna başvurdukları Mayıs 1983 yılına kadar kesintilerle
devam etmiştir.




Mayıs 1983'de Rum liderliğinin konuyu tek yanlı olarak BM Genel
Kurulu'na götürmesi ve Türk tarafı gıyabında haksız bir karar
çıkartması, Kıbrıs Türk halkının 15 Kasım 1983'de kendi bağımsız
devletini ilan etmesiyle yanıtlanmıştır.






Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İlanı




Kıbrıs Rumlarının, "Kıbrıs Hükümeti" olarak tüm dünyada
tanınmalarının rahatlığı içinde hiçbir anlaşmaya yanaşmamaları ve
Kıbrıs Türklerini her gün biraz daha fazla köşeye sıkıştırmak
yönünde çabalarını yoğunlaştırmaları karşısında,








Self-determinasyon hakkını kullanan Kıbrıs Türk Halkı, 15 Kasım
1983'de Federe Meclis'in oybirliği ile aldığı bir kararla, Kuzey
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni ilan ettiğini dünyaya duyurdu.



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]




KKTC sadece Kıbrıs Rumlarının 20 yıldır yaptıklarına bir
tepki olarak ortaya çıkmış bir Devlet değildir. Kuzey Kıbrıs
Türk Cumhuriyeti yıllarca varlığı, özgürlüğü ve insan
hakları için mücadele vermiş bir halkın, vazgeçilmez bir hak
olan kendi kaderini tayin hakkını kullanarak kurmuş olduğu
bir devlettir.





BM
Güvenlik Konseyi'nin 649. 716. 750. Sayılı Kararları




Yine 26 Şubat 1990’da BM Genel Sekreteri Perez De Cuellar
gözetiminde yapılacak zirveye katılmak üzere New York’a giden
Cumhurbaşkanı Denktaş, beraberinde 27 sayfalık Türk önerileri
götürdü. Türk halkının eşitliğini self determinasyon hakkını,
egemenliğini, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisini ve Kıbrıs
Türklerinin ayrı bir halk olduğunu vurgulayan belgeyi Vassiliu
reddetti. Böylece görüşmeler tekrar çıkmaza girdi.






Bunun üzerine BM Güvenlik Konseyi 12 Mart 1990’da 649 sayılı, 11
Ekim 1991’de 716 ve 10 nisan 1992’de 750 sayılı kararları aldı. Bu
kararların ortak noktası; Kıbrıs sorununun çözümünün bağımsızlığı ve
toprak bütünlüğü güvence altına alınmış, tek egemenliği bulunan, tek
vatandaşlılık temellerine dayalı, siyasi olarak eşit, iki toplumlu,
iki kesimli bir federasyon öngörmesiydi.






Diğer taraftan New York’ta süren görüşmelerin Kıbrıs Türk halkının
meşru haklarını yok eden, egemenlik hakkını tanımayan bir çerçeveye
oturtulmak istenmesi üzerine KKTC Meclisi 17 Eylül 1991 tarihli
kararı aldı. Kararda, Kıbrıs Türk halkının gerilemeyeceği ana
noktaları olan, iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı ve
Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi olan bir çözümden başka birşey
kabul edilemeyeceği yineleniyordu.





Ghali
Haritası (non-paper) ve Çözüm Planı (Set of Ideas) (1992)




Görüşmeler 1992 yılında tekrar başladı ve I. turu 18 Haziran 1992’de
New York’ta yapıldı. Zamanın Genel Sekreteri Butros Ghali taraflara
kendi adıyla anılan bir harita ve çözüm planı (Fikirler Dizisi)
sundu. Kıbrıs Türk tarafı haritaya ‘harita olmayan harita’ yani
(non-paper) adını verdi. Çünkü bu haritaya göre Türk tarafına %28.2
oranında toprak bırakılıyor, 37 Türk köyünün Rumlara verilmesi
isteniyor (Güzelyurt dahil) Karpaz’da bir Rum kanton bölgesi
oluşturulması ve Rum göçmenlerin kuzeye dönmesi öngörülüyordu. Türk
tarafı bunu reddetti. 29+ ve Güzelyurt’un kalmasında ısrar etti.






100 maddelik Fikirler Dizisi’nin 91’ini Türk tarafı kabul ettiğini
açıklarken, Rum tarafı reddetti. Fikirler Dizisi’nin önemi AB
konusunun ancak bir çözümden sonra gündeme gelebileceği, bu konunun
iki halkın ayrı referandumuna sunulacağı, eşitlik ilkelerine dayalı,
Türkiye’nin etkin ve fiili garantisinin olduğu federal bir çözüm
önermesi ve merkezi devletin zayıf olması idi.





Annan
Planı




Bu gelişmeler ışığında, 12 Kasım 2002 tarihinde, Birleşmiş Milletler
Genel Sekreteri Kofi Annan’ın, “Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin
görüşleri” olarak tanımlanan çözüm planı Cumhurbaşkanı Denktaş ve
Rum Yönetimi Başkanı Glafkos Klerides’e aynı anda sunuldu.
Cumhurbaşkanı Denktaş Annan’ın, Türk ve Rum taraflarına sunduğu
kapsamlı çözüm önerileri ile ilgili yaptığı açıklamada, planı tüm
yönleri ile dikkatlice inceleyeceklerini, yapıcı bir anlayışla
değerlendireceklerini ve hükümet, meclis ve Türkiye ile
değerlendirme ve istişareden sonra, halkın görüş ve düşüncelerine
başvuracağını belirtti. Cumhurbaşkanı ayrıca her iki lidere
serbestçe müzakere için imkan ve zaman verilmesi gerektiğini
vurguladı.




Cumhurbaşkanı, planın içerisinde değişmesi gereken, kabul
edilemez olan ve zaman içerisinde Kıbrıslı Türkleri bir
azınlık durumuna düşürecek çok şey olduğunun takvimleme
yapılmasının ve tarih sınırlaması getirilmesinin empoze
anlamına geldiğini belirtti. Kıbrıs Türk tarafı, planın
zemin olarak kabul edilebilmesi için yapılması gereken
değişiklikleri ise görüşebileceğini açıkladı.



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



Türk tarafınca yapılan değerlendirmede, BM planının genel olarak
Kıbrıs gerçeklerine uymayan, bugüne kadar Kıbrıs Türk tarafının
savunduğu ve ortaya koyduğu, egemenliğinin tanınması ve kayda
geçirilmesi, iki kurucu devletin siyasi eşitliğinin her düzeyde
tescil edilmesi, iki kesimliliğin değiştirilmeden devamının
sağlanması, mal-mülk konularının tazminatlar yoluyla halledilmesi,
1960 Antlaşmalarından kaynaklanan Türkiye’nin etkin ve fiili
garantisinin sulandırılmadan devamı gibi gerçekçi önerilerden uzak
olduğu tespiti yapılmıştır.. Plan özellikle toprak, harita, mal mülk
ve yeniden göçe zorlanan Kıbrıslı Türklerin sayısı ve kuzeye gelecek
Rumlar ve onlara verilecek siyasi haklar konularında kabul edilmesi
çok sakıncalı ve mümkün olmayan hükümler içermektedir.




[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]

Plan’ın anayasal değişiklik izlenimi veren bir yaklaşımla
Rum tarafının AB’ye girişini garanti altına almak isteyen ve
Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengeyi bozmaya yönelik
bir yaklaşım sergilediği saptanmıştır.





BM Genel Sekreteri, planın iki tarafça da ilk değerlendirmelerinin
ardından, taraflara birer mektup göndererek, belgede uygun bulmayıp,
değiştirmek istedikleri noktaları kendisine 30 Kasım’a kadar
bildirmeleri konusunda bir davet yaptı. İki taraf değişiklik
yapılmasını istedikleri konuları içeren mektuplarını BM Genel
Sekreteri’ne gönderdiler. 10 Aralık’ta, BM Genel Sekreteri’nin
Kıbrıs Özel Danışmanı Alvaro De Soto, Annan Planı’nı iki tarafın
itirazlarını dikkate alarak revize edilmiş şekliyle taraflara sundu.
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, planın revize edilmiş haliyle
iyileştirilmiş kısımlarının bulunduğunu ancak temelinde Kıbrıs
Türkü’nün egemenlik sorunu, devlet sorunu, Rumların Kıbrıs Türkü’nün
içine gelip yerleşme sorunu, gibi konular bulunduğuna, toprak,
harita meselesi bulunduğuna ve bu konuların Rumlarla bir araya
gelerek müzakere yapılması gerektiğini, belgenin imzalanma aşamasına
gelmediğini söyledi.






AB ise Kıbrıs konusundaki yanlı tutumunu 12 Aralık Kopenhag
Zirvesi’nde Kıbrıs Rum Yönetimi’ni “Kıbrıs” adı altında AB’ye üye
alarak katma konusunda almış olduğu kararla bir kez daha gözler
önüne serdi ve 16 Nisan’a kadar bir anlaşmaya varılamaması
durumunda, GKRY’nin AB üyeliğinin onaylanacağını bildirdi.


Bu gelişmeler karşısında, taraflarla istişarelerde bulunmak
amacı ile, BM Genel Sekreteri Kofi Annan 24 Şubat 2003
tarihinde, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’ı kapsayan bölge
turunun ilk durağı olan Ankara’ya, ardından da Atina’ya
gitti.



[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



26 Şubat’ta adaya gelen Genel Sekreter taraflarla ayrı ayrı
görüşerek, üçüncü çözüm planını sundu. Annan adadan ayrılışında
basına yaptığı açıklamada, iki liderle yapmış olduğu görüşmelerde
ortaya koyduğu değişiklikler ve çözüm planı ile ilgili
değerlendirmeler yaptığını ve taraflardan planda öngörülen 30 Mart
tarihinde referanduma gidip gitmeyecekleri konusunda taahhüt
istediğini, liderleri cevaplarını vermek üzere 10 Mart’ta Lahey’e
davet ettiğini söyledi.







Lahey Görüşmeleri



Cumhurbaşkanı
Denktaş ve KKTC heyeti ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Lideri Tasos
Papadopulos ve heyeti, 10 Mart 2003’te, BM Genel Sekreteri’ne,
yanıtlarını vermek üzere Lahey’e gitti. Görüşmelere garantör ülke
sıfatıyla

Türkiye
,
Yunanistan ve İngiltere heyetleri de katıldı. Heyetlerle, önce ayrı
ayrı görüşen Genel Sekreter daha sonra tarafları ortak bir
toplantıda bir araya


getirdi.






BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın ev sahipliğinde, KKTC Cumhurbaşkanı
Rauf Denktaş ve Kıbrıs Rum Kesimi Lideri Tasos Papadopulos’un
katılımıyla Lahey’de yapılan “maraton görüşmelerden” bir sonuç
çıkmadı. 19 saatlik görüşmenin ardından basına açıklama yapan BM
Genel Sekreteri, “Artık yolun sonuna geldik ne yazık ki görüşmelerin
başarıyla noktalandığını söyleyemeyeceğim” dedi. Genel Sekreter,
KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ülkesinin tanınması konusundaki
ısrarını ve Yunan tarafının 29 yıl önce adanın kuzeyinden ayrılan
Rumlara tüm haklarının verilmesi isteğini vurguladı.


[Resimleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]



Ardından KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş bir basın
toplantısı düzenledi. Cumhurbaşkanı Denktaş, “Genel Sekreter
planı bu haliyle kabul edemeyeceğimizi biliyordu.
Çekincelerimizi hem sözlü, hem yazılı olarak bildirdik.
Papadopulos’la iki kez görüştük. O da geniş ve önemli
değişiklikler istiyor, garantörlerle ilgili kısma itiraz
etti. Çıkarken ‘Denktaş reddetti’ demiş. Bu doğru değil, her
iki tarafın da itirazları vardı” dedi.






Cumhurbaşkanı Denktaş, görüşmelerin sonucunun bu şekilde
oluşmasında Rum kesiminin zorlamalarının etkili olduğunu söyledi.
Rum tarafının, plan üzerinde genel değişiklikler istediğini, ayrıca
garantör ülkelerin bunu güvence altına almasını şart koştuğunu
belirten Cumhurbaşkanı, bunun mümkün olamayacağını dile getirdi. Rum
Yönetimi Lideri Tasos Papadopulos’un, bu güvenceyi alamayınca
referandum önerisini reddettiğini anlatan Denktaş, Türk tarafının
görüşmelerin olumlu sonuçlanması için elinden gelen çabayı
gösterdiğini belirtti.







Cumhurbaşkanı Denktaş, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çağrısı
üzerine 10-11 Mart’ta Lahey’de gerçekleşen görüşmelerin
anlaşmazlıkla sonuçlanmasının ardından Annan planının geçerliliğini
yitirdiğini bildirdi.





Kaynak :
KKTC Tanıtma Dairesi



Tasarım
Düzenleme:
http://www.tarihogretmeni.com/






[Linkleri görebilmek için üye olun veya giriş yapın.]
Crackman
Crackman

Mesaj Sayısı : 3558
Kayıt tarihi : 26/11/10
Yaş : 104
Nerden : Ankara

https://limon.yetkin-forum.com/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz